ERKEN ÇOCUKLUK DÖNEMİ EĞİTİM YAKLAŞIMLARI
Gelişim kuramları araştırmalar sonucu ortaya çıkmış ve erken çocukluk dönemi yaklaşımlarına ve modellerine zeminini oluşturmuştur. Tüm yaklaşımlar gelişim kuramları neticesinde ortaya çıksa da aralarında birden fazla farklılıklar olabilmektedir. Bu farklılıklar çocukların öncelikle neyi öğrenmesi gerektiği ile ilgili gelişimcilerin fikir ayrılıklarından kaynaklanmakta ve bu da eğitim yaklaşımlarında farklılıklara sebep olmaktadır. Eğitim yaklaşımlarındaki farklılıklar öğretmenlerin ve eğitimcilerin sınıf içindeki rollerini, fiziksel ortamlardaki değişikliklerin ve ortamların yaklaşıma uygun biçimde düzenlenmesini, müfredatın merkez noktasını ve çocukların eğitim sürecine nasıl katılacaklarını etkilemektedir.
PROJE TABANLI ÖĞRENME
Proje Tabanlı Öğrenme, çocuğun üst düzey bilişsel düşünceleri aktivitelerle destekleyen, çocuğun etkinliklere aktif olarak katılmasını sağlayan, birbirinden farklı araç, gereç, materyal ve teknoloji kullanımının birarada olduğu bir öğretim modelidir. Proje tabanlı öğrenme ile çocuklar kendilerine özgü çalışma, problem çözme, düşünme, sorgulamanın yanı sıra bilgiye erişim, bilgiyi işleme ve harmanlayıp sonuca ulaşma konusunda çocuğu desteklemekte ve çocuğun bu şekilde kanalize olmasını sağlamaktadır. Projeler bireysel olarak oluşturabileceği gibi ekip çalışması ile de oluşturulabilmektedir. Ekip çalışması ile çocuk işbirliğini ve uyumu öğrenir.
Proje Tabanlı Öğrenme ile çocuklara mevcut bilgiler hazır olarak verilmemektedir. Çocuklara bilgiye ulaşma yetisi kazandırılmaktadır. Çocuklar farklı bilgiler arasında ilişki kurarak yeni bilgiler oluşturabilirler ve üretebilirler. Dolayısıyla Proje Tabanlı Öğrenme, hayal etme, kurgulama, planlama, tasarı oluşturmaya dayalı öğrenme anlayışı olarak karşımıza çıkmaktadır. Proje, bir hedef değil, hedefe ulaşmaya yardımcı altyapı unsurudur. Süreç yönelimli öğrenme ile aşama aşama hedefe doğru gidilmektedir. Teknoloji tabanlı bir öğrenme sistemi olan Proje Tabanlı Öğrenme yaklaşımında aile, ön okuldan kalan zamanlarda aktif olarak çocuğun öğrenme sürecine katılmaktadır.
Proje Tabanlı Öğrenme yaklaşımını benimseyen anaokullarını seçen anne-babalar çocuklarının proje tabanlı öğrenme ortamında eleştirel düşünebilme, araştırma yapabilen, sorumluluklarının bilincinde olan, işbirliği halinde çalışabilen bireyler yetiştirmeyi hedeflemektedir.
MONTESSORİ YAKLAŞIMI
1900’lü yılların başında İtalya’da Maria Montessori tarafından geliştirilen Montessori yönteminin odağında çocuk bulunmaktadır. Öğretmen sınıf yöneticisinden çok rehber konumundadır. Yöntemin temeli çocukların doğal olarak öğrenme süreci içinde bulundukları ‘oyun’ dur. Çocuk, okul öncesi dönemde hemen her şeyi oyunlaştırır, bu şekilde anlam kazandırarak kendini bir bakıma geleceğe hazırlar.
Montessori yönteminde özel olarak hazırlanan oyuncaklar bulunur. Her bir oyuncak, diğer oyuncaklarla bir araya getirildiği zaman sonuç alınmaktadır. Deneme yanılma yoluyla, bir kişinin çocuğa öğretmesine göstermesine ya da doğru yaptığını söylemesine ihtiyaç kalmadan çocuğun kendi kendine deneyimlemesine ve keşfetmesine olanak tanımaktadır.
Montessori eğitim modelindeki temel yaklaşım her çocuğun kendine özgü bir öğrenme yeteneğinin olduğudur. Her çocuk özeldir ve hiçbir çocuk birbiriyle kıyas edilemez. Çocuk yeteneğine ve ilgisine ayrıca öğrenme hızına göre hangi oyuncakla yaşayacağına kendi karar verir.
Montessori modeli çocuklarda hem akademik gelişimi destekler hem de çocuğun çevresi ile etkileşimini artırmak üzerine kurulmuştur. Montessori yaklaşımında çocuklar yaşlarına göre ayrı ayrı sınıflara alınmaz. Birbirine yakın yaş gruplarındaki çocuklar etkileşime girerek birbirlerinden gözlemleme yoluyla öğrenebilmektedirler. Her yıl aynı rehber gözetiminde bulunan çocuklar, rehber öğretmenlerinin değişikliği olmamasından dolayı güven ve tanıdıklık hissi içinde bulunuyorlar.
Montessori yaklaşımı ile çocuğun özgüven kazanması sağlanıyor. Küçük yaşlardan itibaren bağımsızlık duygusunun kazandırıldığı bu yöntem ile her öğrenci kendi hızında öğrenir.
Montessori yaklaşımını benimseyen anaokullarında bulunması gereken en önemli nokta ise, öğrencilere rehber olan sınıf içi öğretmeninin montessori eğitimini ve sertifika süreçlerini geçmesi gerektiğidir. Montessori yaklaşımına sahip olan bir anaokulu orjinal materyallerden eğitime, öğretmen yeterliliklerinden özel montessori öğretmeni olma sürecine kadar tüm yönleri ile bütünleşik bir yapıda olmalıdır ve yapının kendi içinde birbirini tamamlaması gerekmektedir.
Montessori yaklaşımlı bir anaokul tercih edildiği zaman çocuğunuz özellikle özgüven, düzenlilik, konsantrasyon, bağımsızlık, çevresine saygı, ne istediğini bilme, inisiyatif konularında olumlu özellikler kazanır. Bu özelliklerin yanı sıra okul öncesi dönemde öğrendiği her yeni bilgi ve deneyim, çocuğun geleceği için sağlam temel oluşturmaktadır. Montessori modeli, çocuğun gelişimini doğum ile başlatır, okulöncesi erken dönemde devam ettirir ve ilköğretim ikinci kademeye kadar desteklemektedir.
REGGİO EMİLİA YAKLAŞIMI
Montessori ve Waldorf yaklaşımlarındaki gibi çocuk ve oyun merkezli bir yaklaşım içinde olan Reggio Emilia felsefesi adını İtalya’nın kuzeyinde bulunan bir kasabadan almaktadır. Loris Malaguzzi tarafından oluşturulan bu yaklaşım ‘Eğitim bütün çocukların hakkıdır’ diyerek çocuğun kaliteli bir eğitim alabilmesi için toplum ve ailenin ortak çalışması gerektiğini savunur.
Yaklaşımında özellikle yoğunlaşılan nokta ise, öğretilmesi gerekenler hedeflemesinden ziyade çocukların ihtiyaçlarına yönelik olarak ortaya çıkıyor. Çocuklar hayatın anlamı ile ilgili cevaplar aramaktadırlar ancak çocuklara keşfetmesi için zaman tanınır ve çocuk teşvik edilir. Bunun için çocuklara erken dönemde uygun ortam ve koşullar sağlanır ve fırsat tanınır. Her çocuğun farklı bir potansiyeli bulunmaktadır ve iletişimsel, entelektüel, yaratıcı potansiyellerini geliştirmede çocuğa saygı duyulmalıdır.
Reggio Emilia modelinde, çocuklara somut yaşantılar sunularak, onların deneyimleri aktif olarak gerçekleştirmeleri sağlanır. Bu yaklaşımda çocuklar farklı sembolik araçlardan yararlanarak kendilerini ifade ederler. Örneğin çocuk bir heykeli, gölge oyunlarını, resimi , dramatizasyonu bya da müziği kullanarak kendilerini çok daha rahat ifade etmektedirler. Reggio yaklaşımında ‘Yüz Dili’ olarak adlandırılan bu ifade etme biçiminde çocukların sembolik düşünme becerileri, iletişimi ve herşeyden önemlisi yaratıcılık becerileri gelişmektedir.
Montessori yaklaşımındaki gibi öğretmen bir rehber konumundadır. Çocuklara sabit bir programı öğretmek yerine, çocuklarla işbirliği yaparak ve onlara rehber olarak seçilen bir konu üzerinde projeler üretiliyor. Proje ile çalışan çocuklarda detaylı öğrenimin daha kolay ve etkili olduğu görüşünü savunan Reggio Emilia felsefesinde diğer metodlardan farklı olarak teknolojiden bir miktar yararlanılıyor. Çocuklar ile gerçek hayat üzerinde bağlantılar kurmanın önemi vurgulanan metotta sınıfların yaş olarak karma oluşturulması ön planda oluyor.
Çocukların küçük yaşlardan itibaren merak etmeye ve keşfetmeye programlı olduklarını belirten yaklaşımda, rehberlerin önderliğinde keyifli ve sağlıklı öğrenme ortamının oluşturulacağı belirtilmektedir. Reggio Emilia yaklaşımını benimseyen anaokullarını tercih eden anne babalar, çocuklarının soru sorma, araştırma, keşfetme, ilgisi olan alanı derinlemesine inceleyebilme ve karma sınıflar sayesinde işbirliğini rahatlıkla öğrenme ve deneyimleme şansına sahip oluyorlar.
BANK STREET YAKLAŞIMI
Eğitimci Lucy S. Mitchell’in öncüsü olduğu Bank Street Yaklaşımı 1916 yılında öğretmen ve psikologlardan oluşan araştırmacı bir grup tarafından oluşturulmuştur. Bank Street Yaklaşımı, çocukların öğrenme ve gelişim süreçlerini gözlemler ve yakından takip eder. Elde edilen sonuçlardan yola çıkarak çocuğun gelişimi için en elverişli öğrenme ortamının ve eğitim yönteminin ne olduğuna erişmeye çalışır. Çocuğun gelişiminde fiziksel, bilişsel, sosyal, estetik ve duygusal gelişimin bütünsel olarak önemli olduğunu belirtir. Bank Street Yaklaşımı ve Bütüncül Yaklaşım birbirinden ayrılmaz.
Diğer yaklaşım modellerinde de olduğu gibi, Bank Street Yaklaşımında da eğitimin odağında çocuk bulunmaktadır. Bu yaklaşımda çocuklar deneyimlerini aktif olarak elde ederler. Çocuklar aktif olarak araştırma, deneme, keşfetme ve seçim yaparak öğrenme aşamalarını gerçekleştirirler. Çocukların beceri ve bilgi düzeylerine göre şekillenebilen bir dinamiği bulunmaktadır. Değişmez ve sabit kuralları olan bir eğitim sistemine bu yaklaşımda izin verilmez.
Bank Street Yaklaşımı ile çocuklar yaratıcılıklarını geliştirebilecekleri alanlarda öğretici deneyimler yaşarlar. Programdaki temel öğretide çocuklar, eleştirel bakış açısıyla düşünmeyi öğrenirler. Ezberci öğrenmeye izin verilmez. Çocuklar bireyselliği, demokratik düşünme tarzını, özerkliği aynı zamanda toplumun içinde aidiyet duygusu ile beraber var olma sürecini deneyimlerler. Aynı zamanda öğrenecekleri konuyu deneyerek ve keşfederek anlamlandırırlar ve öğrenirler. Bank Street yaklaşımında okul sadece akademik olarak bilgilerin öğrenildiği bir yer değil aynı zamanda dünya ile reel bağlantının bulunduğu sosyal bir ortamdır.
Bank Street Yaklaşımını benimseyen bir anaokulu ile çocuğun bireyselliği ve eğitiminin yanı sıra, etkileşimde bulunulan aile, okul, gibi toplumun her kesimini eğitim yoluyla geliştirmek amaçlanmaktadır.
FROEBEL YAKLAŞIMI
1837 yılında okul öncesi çocukların ihtiyacına yönelik bir program ve eğitim modeli oluşturan Alman eğitimci Friedrich Froebel’in kurduğu ve oluşturduğu bir metoddur. Froebel metodunun özelliği çocukların kendilerini özgür bir şekilde ifade edebilmeleri, yaratıcılıklarını geliştiren etkinliklerle beraber çocuklar arasındaki sosyal iletişimin güçlü olması ve fiziksel aktivite ile desteklenen bir program olmasıdır. Friedrich Froebel oyun kavramının çocukta sadece doğal ve dünyayı anlamak için bir araç olmadığının altını çizer. Froebel'e göre oyun asla sıradan ve tesadüfle oluşan bir durum değildir. Oyun, öğrenme odaklı ve belirlenen bir amaca yöneliktir.
Froebel, eğitim sistemlerinde bulunan eşitsizlik anlayışını, yapmacıklığı ve gereksiz formaliteleri reddetmektedir. sevgi, hoşgörü gibi kavramlar bu düşüncede ortaya çıkarken çocukların sorumluluk sahibi olması amaçlanır. Çocukların her birinin farklı gelişme hızına sahip olduğu ve her çocuğun kendi hızında ilerlemesine izin verilmesi gerektiğini savunur. Aynı zamanda öğretmenleri, bilgiyi çocuklara hazır olarak veren değil onlara bilgiyi öğrenmeleri konusunda rehberlik sağlayacak kişiler olarak kategorize etmektedir.
Froebel yaklaşımlı okul öncesi okullarda, çocukların soru sorma ve soru çözme becerileri gelişmektedir. Bireysel olarak gelişimleri ilerlemektedir ve kendi kazandıkları yeterlilikler sayesinde çocukların özgüvenlerinde artma olmaktadır. Doğa ile içiçe olan anaokulları sayesinde çocuklar daha sakin ve çevreye duyarlı olarak büyümektedirler.
WALDORF YAKLAŞIMI
Avusturyalı eğitim bilimcisi Rudolf Steiner tarafından 1919 yılında Almanya’da açılan Waldorf Okulu ve Waldorf Yaklaşımının en önemli özelliği eğitimi sanatsal bir biçime dönüştürmeyi hedeflemektedir. Waldorf yaklaşımı, nokul öncesi eğitimde ‘oyun’u aynı Montessori yaklaşımındaki gibi öğrenmenin temeline koymaktadır.
Rudolf Steiner her çocuğun kendine özgü bir potansiyeli olduğunu ve desteklendiği ve uygun koşullar oluşturulduğu takdirde çocuğun içinde bulunan potansiyelin ortaya çıkacağını vurgulamaktadır. Ancak bunun için acele edilmemesi gerekmektedir. Çocuğun içinde var olan potansiyel uygun koşullar sağlandığı zaman erken dönemde de olsa zamanından önce ortaya çıkabilmektedir. erken dönemde eğitim sevgisini kazanan bir çocuk, ileriki akademik dönemde becerilerini çok daha rahat bir biçimde gerçekleştirilebilmektedir.
Waldorf Yaklaşımı yaşam rutinlerini oyunlaştırma yolu ile çocuğa kazandırılmasını ve öğretilmesini amaçlayan yaklaşımda çocuklara öncelikle neyi düşünecekleri değil, nasıl düşünecekleri öğretilmektedir. Her türlü teknolojik cihazdan uzak olarak eğitim gören çocuklar, doğa ile içiçe ve doğal oyuncakların yer aldığı oyuncaklarla kendi istekleri ve seçimleri doğrultusunda keyif alarak öğrenirler. Waldorf Yaklaşımına sahip okulları diğer okullardan ayıran önemli bir özellik ise anaokullarının dış görünüşünün ve iç dizaynının aynı bir ev düzenine sahip olmasıdır. Bu rahat düzen, çocukların rahat, saf ve içten yapılarına uyum sağlar. Okullarda, anne babanın çalışma ortamında olduğu süre boyunca çocukların güven duyacağı bir ortam hazırlanır. Çocuk anneden, babadan ve evden ayrılacağı için ağlama krizlerine girmez. İç mekanda kullanılan soft renkler çocuğu yormaz, onu rahatlatır.
Çocukların doğal öğrenme süreçlerini destekleyici bir yaklaşım içinde bulunan Waldorf yaklaşımlı okullar ile çocuğunuzun bireyselliğini, okulun bir zorunluluk olduğu değil yaşamın içinde olması gereken süreçlerden biri olduğu aşılanmaktadır. Serbest bir şekilde oyun oynayan çocuğun hayal dünyası gelişerek daha özgür, bireysellikleri ve bağımsızlıkları kısıtlanmış çocuklar yetişir.
Sınav Koleji ve Sınav Eğitim Kurumları olarak öğrencilerimizi akademik ve mental bakımdan üst düzey yetiştiriyoruz. Alanında profesyonel branş ve rehber öğretmenlerimizin bulunduğu, size en yakın Sınav Eğitim Kurumlarını ve Sınav Kolejini öğrenmek için 0312 285 99 77 numaralı hattımızdan bizimle iletişime geçebilirsiniz ya da
SINAV KOLEJİ internet adresinden bizlere ulaşabilirsiniz.